İnsan bazen ibadetlerine çok ihtimam gösterir, namazlarının
üzerine titrer, haramlardan sakınır ve ibadetlerden lezzet duyar, haz alır.
Öyle ki yaptığı ibadetler nefsine ağır gelmez ve şevkle yapar. Ama bu hal
kişiden kişiye göre değişmekle beraber bir süre sonra bir durgunluğa girer. O
lezzetler kaybolmaya başlar. Kişi maazallah haramlardan sakınmamaya, özen
göstermemeye başlar.
İlim talebesi ise bir kimse, tembellik onun afetidir. Boş
malayani işler helakıdır. Farkında olmadan günlerini, haftalarını, aylarını
heba eder ama sonradan farkına varır. Avamdan bir kimse namazlarını denk
geldikçe kılmaya başlar namazlarını kaçırır. Zihinlerden din, Allah korkusu
yavaş yavaş çıkar. Kişi farkında olmaz.
Kişi her zaman aynı istek ve gayreti içerisinde bulamayabilir.
Motivasyonu olmayabilir. Buna rağmen yapmak zorunda olduğu ibadetler ve
kaçınmak zorunda olduğu haramlar vardır. Bunlara riayet etmek zorundadır.
Bu hususta insanın manevi yolculuğu ile alakalı zihnimde
tasavvur ettiğim bir misali sizinle paylaşmak istiyorum:
İnsan bu dünyada bir dağcı gibidir. Sürekli bir dağa tırmanır.
Kişiler derecelerine göre tırmanırlar. Kimi 500’lü rakımlardayken kimi 5000’li
rakımlardadır. Ama kimsenin garantisi yoktur. Her an herkes düşebilir. Salih
amellerle, Allah yolunda cihatla, helal kazanmak ve faize bulaşmamak gibi bir
sürü çeşitli amellerle insanlar dağa tırmanırlar. Zor dik bir dağdır bu. Yeri
gelir imtihanlar ağır olur. Sadece ekipmanlarını en güzel şekilde kullanan
insanlar çıkabilir o dik yamaçları. Yavaş yavaş çıkar insan.
Ama nefsine uyması, haramlara dalması -bugünkü kullanılan
tabirle- kendisi salması o dağın dik uçurumlarından hızlıca düşmesine sebep
olur. 1 ayda çıktığı yerden 1 saatte düşüverir. Düşmek hızlıdır ve süresi
uzadıkça hızı artar. Ta ki kişinin kendisine gelip bir taştan, kayadan bulduğu
bir daldan tutunarak durana kadar. Kişi yaptığı hatanın farkına vardığında bir
bakar ki 5000’li rakımlardan 2000’li rakımlara düşmüş. İçine bir pişmanlık
çöker ya da Allah muhafaza o sert düşüş canına mal olmuş. İş işten geçmiştir.
İşte kişinin durgunluk anlarında bu şekilde kendini
bırakmasının manevi manada sonuçları çok ağır olur. Bu hususta nebi(sav) şöyle
buyurmaktadır:
" إِنَّ
لِكُلِّ عَمَلٍ شِرَّةً، وَلِكُلِّ شِرَّةٍ فَتْرَةٌ، فَمَنْ كَانَتْ شِرَّتُهُ إِلَى
سُنَّتِي فَقَدْ أَفْلَحَ، وَمَنْ كَانَتْ فَتْرَتُهُ إِلَى غَيْرِ ذَلِكَ، فَقَدْ
هَلَكَ "
“Her amelin bir coşkusu, her coşkunun da bir gevşemesi
vardır. Kimin coşkusu sünnetimden yana olursa, o mutlaka kurtulmuştur. Kimin de
gevşemesi sünnetim dışına yönelik olursa, o helak olmuştur.”[1]
O halde kişi bu coşkusunun azaldığı, isteğinin söndüğü,
yorulduğu anlarda dağa tırmanamıyorsa bile oturup dinlenmeli, 10 metre çıkamasa
bile 1 metre çıkmaya gayret etmelidir. Ama asla kendisini dağdan aşağı
bırakmamalıdır. Peygamber efendimizin sünnetinden asla yüz çevirmemelidir.
Bu hususta insanın çevresi ise çok büyük etkendir. Kişi daha
önce bu dağlardan çıkmış olan rehberlerden istifade etmelidir. Onlar bu
yolculukta hangi bölgelerin tehlikeli hangi bölgelerin konaklamaya uygun
olduğunu çok iyi bilirler. Böyle kimselerin tecrübelerinden istifade etmek
gerekir. Bu rehberler kişinin hedefe en kısa ve kolay yoldan ulaşmayı
sağlarlar. Tabi rehberi iyi seçmek kişinin sorumluluğundadır.[2]
Bu kimseler peygamberlerin varislerinden başkaları değildir elbette.[3]
Bunun dışında kişinin düşeyazdığı, ayağının kaydığı durumlarda elinden tutacağı
dostlar edinmesi elzemdir. Kişi namazlarında gevşeklik gösterdiğinde haydi bu
akşam yatsıya camiiye gidelim mi? Diye çağıran dostlarının olması gerekir. Yanında
günah işlemeye çekineceğimiz dostlar edinmek gerekir. Bunun yolu budur. Nitekim
rabbimiz ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقٖينَ
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadık kimselerle
beraber olun.”[4]
El hasıl, hepimiz bir yolculuktayız ve bir gün bize verilen
süre dolacak. O halde:
فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّهٖ
فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً
“Artık kim rabbine kavuşmayı umuyorsa salih amel
işlesin!”[5]
buyruğuna kulak verelim. Bizi hayra yönlendirecek, Allah’ı hatırlatacak
kimselerle beraber olalım. İşin sırrı budur. Son olarak peygamber efendimizin
şu tavsiyesini de zikredelim:
“Sadece müminle arkadaş ol! Yemeğini de ancak takva
sahibi olan yesin!”[6]
Yani oturup kalktığın yiyip içtiğin kimseler takva sahibi
kimseler olsun.
Rabbim cümlemizi bu dünyada salih kimselerle beraber kılsın
ve ahirette beraber haşr eylesin. Dua eder dua beklerim.
Selam ve dua ile.
1 Zilhicce 1445
8 Haziran 2024
[1] İbn
Hibban, Sahih, 1/172; bk. Ahmed b. Hahbel, Müsned, 2/158, 165, 188, 210;
Tirmizî, Kıyame 21; İbn Ebî Asım, es-Sünne, 1/28.
[2] Bu
konuyla alakalı şu yazımıza bakabilirsiniz: “Yarım doktor candan, Yarım hoca dinden”
[3] Âlimler,
peygamberlerin varisleridir. (Ebû Dâvûd, İlim, 1 [3641]; Tirmizî, İlim, 19
[2682])
[4] Tevbe
119
[5] Kehf 110
[6] (Tirmizî,
Zühd, 55; D4832 Ebû Dâvûd, Edeb, 16)