Bir Mürşide İntisap Etmeden Seyri illallah Mümkün Mü?

 



Kısa cevap: Evet mümkündür. Ancak kâmil mürşid bu yolu kolaylaştırır.[1]

Evet kolaylaştırır ancak maalesef her mürşid değil kısa cevap böyle ancak izahatı uzun ve çetrefilli. Bu arada mürşid derken alimleri de kastediyoruz. Kâmil mürşidin vasıfları tafsilatlarıyla ilgili kitaplarda mevcuttur.

Başta İbni Teymiye, İbni Kayyım gibi alimler olmak üzere birçok ulemanın ehli tarik olduğu düşünülürse, tasavvufu ve tarikatları tamamen inkâr etmenin çok isabetli bir görüş olmadığı ortaya çıkar. O halde nasıl bir cemaat, nasıl bir tarikat olmalı?

Evvela, tasavvuf anlayışı Abdullah b. Mübarek gibi Hasan Basri gibi olan bir tarikat olmalı.

Nasıl ki Cüneyd-i Bağdadi zamanın halifesinden gelen maddi şeyleri reddetti ise bugün de tarikatlar veya cemaatler, siyasi partilerle arasına mesafe koymalı. Gelen hiçbir destek ve yardımı kabul etmemeli. Politika bir cemaat müntesibi veya ehli tarik kimselerin giremeyeceği kadar çirkef bir yerdir.
Kısace, tüm siyasi partilere mesafe koyan bir tarikat, cemaat olmalı.

Peygamber(sav) ümmetinin imtihanının mal olduğunu ifade buyurmasına rağmen zühd ve takvayı sadece müntesiplerine anlatan kendileri lüks arabalardan inmeyen, boğazda en güzel villalarda oturan şeyhlerin tarikat düşüncesi, Hasan Basrilerin, Abdullah b. Mübareklerin tasavvuf anlayışından ne kadar da uzaktır. Anlattıklarını yaşama gayretinde olmayan veya bunları türlü türlü tevillerle meşrulaştırmayan bir tarikat/cemaat olmalı. Limuzinle hatme hâceye giden bir şeyhten neyin zühdünü alacağız?

Zikrin en faziletlisi olarak buyurulan “La ilahe illallah” kelimesini sadece dile indirgemeyen bir tarikat veya cemaat. Faize, laikliğe, Allah’ın rızası dışındaki her şeye “La” diyen bir tarikat/cemaat olmalı. Etliye sütlüye karışmayan, Müslümanların derdiyle dertlenmeyen tarikatlar merhum Timurtaş hocanın ifadesiyle tarikat değil barikattır!

Keramet yarışında olmayan ümmet kan ağlarken biz burada oturduğumuz yerde bir tane “Subhanallah” dememiz cephede bin askere denktir anlayışından uzak olan tarikat. İslam’da hak olan tarikatların bir elinde tesbih varsa bir elinde kılıç vardı. Oturduğu yerden cihat eden tarikat İslam’da yoktur. Başta Resulullah(sav) olmak üzere ashabı ve onları takip eden nesillerin yapamadığı zikri bugünkü şeyhler yapabiliyorsa ve buna da insanlar inanıyorsa denecek bir sözümüz yoktur.

Peygamberimizin(sav) ısrarla bizleri sakındırdığı cehennemden insanları azat eden tarikat sizleri cennete mi yoksa cehennemi mi çağırıyor bir düşünün! Ölümüne yakın “Vay bana Allah beni affetmezse ne yapacağım.” diyen Ömer(ra) şalvarının cebinde müridlerini cennete götüren şeyhleri görseydi ne yapmazdı ki? Yok olup gitsem de şu imtihana tabi olmasam diyen onlarca sahabi varken benim müridlerimi almazsan bende cennete gitmiyorum deme cesaretini gösteren şeyhlerin izinden gidiyorsa bir kimse, doğru yolda olabilir mi?

Rabbimiz Nisa suresinde şöyle buyuruyor:

“Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız -onu Allah'a ve Elçiye götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.”[2]

Eğer bir tarikata/cemaate gideceksek mutlaka Kur’an ve sünnet eksenli olmalı. Hiçbir şekilde hiçbir şey bu ikisinin önüne geçirilmemelidir. Hiçbir şey bunlara denk tutulmamalıdır.

Daha yakın zamanda meşhur bir hoca çıkıp: “Ayet ve hadis neyse Ali Haydar Efendi Babamızın sözü de bizim için odur.” dedi. Bu adamın arkasından on binler yüz binler gidiyor. Hiçbir beşerin sözü bu şekilde değerlendirilemez.

Hiçbir iş ilimsiz olmadığı gibi bu işte ilimsiz olmaz. Veraset yoluyla babadan oğullara kalan bir sistemde liyakat olabilir mi? Fıkıh bilmeyen şeyh olabilir mi? İnsanları irşad etmeyen sadece zikir çektiren bir şeyh olabilir mi?

Kendi şeyhini uçuran, kaçıran, günahsız gören tarikat olmaz. Yahu bırak adamcağız da günahlarına nedamet duysun. O da istiğfar etsin. O da rabbine yakarsın. Varsın bizim şeyhimizin de teri, suyu, kokusu, artığı mübarek olmayıversin.

Allah’ı zikrediyorum diye şeytanı sevindirmesin zikir halkaları. Defli, neyli, kavallı zikir olmaz. Bidatlar ihdas eden, bidatları meşrulaştıran bir tarikatın dinimizde yeri yoktur. Zikir meclisleri ter atma yerleri değildir.

Mugalata yaparak hiçbir Müslümanın söylemeyeceği sözleri söyleyip bunları savunmayacaksın. Öyle bir durum ki bu adamları kimse anlayamıyor. Şöyle demek istedi, böyle demek istedi. Resulullah sav ve ashabının yaldızlı süslü sözleri yoktu. Maşallah sonradan öyle şeyhler çıktı ki neler neler!

 Muâz (r.a)’ın bu sözü şu şekilde de nakledilmiştir:

“Kur’an insanlara açılacak, öyle ki kadın, çocuk, adam herkes onu okuyacak. Bir adam çıkıp: «Kur’an okudum ancak kimse beni takip etmedi. Vallahi insanların arasında Kur’an’dan ayetler okuyarak konuşmalar yapacağım, belki bana uyanlar olur!» diyecek. Dediğini yapacak ancak yine ona kimse uymayacak. Adam:

«Kur’an okudum, kimse bana uymadı, Kur’an ile aralarında konuşmalar yaptım kimse bana tâbî olmadı, evimde bir yeri mescit yaptım yine tâbî olan yok! Vallahi onlara öyle sözler söyleyeceğim ki onu Allah’ın kitabında bulamayacaklar, Resulullah’tan da duymuş olmayacaklar. Belki o zaman peşimden gelirler» diyecek.”

Bunları söyleyen Muâz (r.a) şu ikazda bulunur: “Ondan ve onun sözlerinden sakının! Onun getirdiği şeyler dalâlettir, sapıklıktır.”[3]

El hasılı vel kelam, İslam’da tasavvuf vardır. Tarikat vardır. Ama hangi tarikat?

 

 

 



[1] Ruh Terbiyemiz, Said Havva

[2] Nisa 59

[3] Dârimî, Mukaddime, 22/205.

*

Yorum Gönder (0)
Daha yeni Daha eski